4 Nisan 2014 Cuma




























Natürmort, konusu cansız varlıklar (ölü hayvanlar) veya nesneler (meyveler, çiçekler, vazolar, vb.) olan sanat eseri. FransızcaNature morte , "ölü doğa" anlamına gelen tanımlamadan Türkçeye geçmiştir. Bu terim sanat alanında 17. yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. Manzara ve portre resimlerinin dışında, çeşitli nesnelerin bir araya getirilerek bir kompozisyon oluşturmasıyla ortaya çıkan resim türüdür
Natürmort, Avrupa Seferleri sırasında Osmanlı'ya geçmiştir. Modern sanatta büyük yer tutar.
resim
Büyüt
Mona Lisa, Leonardo Da Vinci 

Resim nedir?

Duygu ve düşüncelerin çizgi, hareket, renk ve tonlarla kağıt, bez, mukavva, ağaç vs. yüzeyler üzerine kalem ve boyayla ifade edilme sanatı. Plastik sanatlar içinde önemli yeri olan resim, günümüzde yaygındır. Formları siyah-beyaz olarak veya renk ve çizgiyle iki boyutlu satıh üzerinde tasvir edilen şey, diye de tarif edilmektedirresim
Duvar afişleri, reklamlar, kitaplar, endüstriyel yiyecek ve giyecek maddelerinin yazı ve resimleri resim sanatının içindedir. Tanınmış kimselerin resimle anlatımı, tarih içinde, zaman zaman çok rağbet görmüştür. Matbaanın keşfinden önce yazılan el yazması kitaplar, resim ve tezyinatla süslenerek zenginleştirilmiştir. İnsanlığın ele geçen en eski izleri olan mağara buluntuları arasında dikkati en çok çeken Kuzey İspanya, Güney Fransa mağaralarındaki duvara yapılmış, renkli hayvan resimleri, av sahneleri ve tabiata ait resimlerdir. En eski resimler İspanya’da Altomıra Mağaralarında 15.000 yıl önceye ait olduğu sanılan duvar resimlerindeki bizon (boğa figürü) resimleri olarak bilinmektedir. Bazı insan toplulukları resmi, bir anlatma vasıtası olarak kullanmışlardır. Haberleşmede kullanılan resim yazılar (hiyeroglif), sonraları biçimlerini değiştirerek harf ve rakam şekillerini almışlardır. Bu resimler, kömür haline getirilmiş odun ve kemik parçalarının kalem olarak kullanılmasıyla çizilmiş ve bazıları da sert cisimlerle kazınarak yapılmıştır. Renk olarak tabii boya olan toprak boyalar kullanılmıştır.
M.Ö. 3000 yılından beri Mısır’da, mezar odalarını ve duvarlarını, ölünün gündelik hayatından alınan resim kesitleri ve temsili tasvirler kaplar. M.Ö. 600 sıralarında ise papirüsler üzerine yapılan en eski minyatür sayılabilecek resimler kazılarda meydana çıkarıldı.
Klasik Yunan devrinde (M.Ö. 400) resim tasvir sanatı olarak kabul edildiğinden bunlar da duvar resimleri yaptılar. Tahta parçaları tebeşirle astarlandıktan sonra fırça ile tempera tekniğinde resim yapılıyordu.
Ortaçağda Bizanslılarda, renkli taşların yan yana dizilerek yapılan mozayik resmin yanında, freskler de önemli duvar süslemesidir. M.S. 4. yüzyıldan itibaren parşömen üzerine altın, gümüş, yaldızlı çeşitli renkli kitap resimleri yapmışlardır. İkon adı verilen tablo halindeki Hıristiyanlığa ait dini resimler ortaçağda etkilidir. Beşinci yüzyıldan beri İrlanda ve Anglo Saksonlarda; 7. yüzyıldan sonra da Avrupa’da kitap minyatürleri en önemli ifade vasıtası olmuştur.
Ortaçağ resminde, altın zemin üzerinde, mekansız, ağırlıksız figürler, tabiattan uzak, dini, mistik hava içindeyken, yavaş yavaş tabiata yaklaşma başladı. Ortaçağın sonlarında Giotto adındaki İtalyan ressamı, tablolarında konunun yeri, perspektif, açık-koyu gibi unsurları işleyerek "resmin babası" ünvanını kazanmıştır.
Yeniçağın resim sanatına, Fransızcada "yeniden doğuş" anlamına gelen rönesans adı verilir. Bu çağın hazırlanışı, gelişmesi uzun sürmüş, fakat uyguladığı kurallar resim sanatının temeli olmuştur. Rönesans sanatının en güçlü sanatçıları Leonardo da Vinci, Michel-Angle, Raphael’dir.
Masaccio, Floransa çığırını ilerletmiştir. mekan içinde gösterilen, hacim kazanan insan anatomisi inceden inceye işlenmiştir. Parlak renkleriyle Uccello, zarif figürleriyle Fıa Angelico, hayal dünyasını yansıtan Boticelli, devrin insan ve kıyafetlerini resmetmekte Ghirlandajo meşhurdurlar.
Leonardo da Vinci ile Raffaello’da dengeli geometrik bir bütün, kompozisyonda esastır. Raffaello dini konular yanında, antik dünyaya ait resimler de yapmıştır. Tiziano, Giargione, Tinterretto ışıkları yansıtan sıcak renkleriyle ayrı bir üslup geliştirmişlerdir.
Kuzey memleketler sanatına Rönesans geç girmiştir. Flamanlardan Hubert van Eyck ile kardeşi Jan van Eyck (M.S. 1400) yağlı boyayı geliştirdiler. H. Bosch ile başlayan "hikayeci resim" Hollanda’da Pietor Boughel ile gelişti. Kuzey resminde daima ifadeye önem verilmiştir. A. Dürer (Alman), sade ifade kudreti üzerindeki başarısı ile tanınır. M. Grünewald (M.S. 1500) resimde renk ve fadeyi sembolik değerlerle kuvvetlendirdi. H. Holbein portreleriyle ün saldı.
Lümünistik sanat:
Rembrant ve Titien, yeni bir görüşle kendi anlayışlarına uygun tablolar yapmaya başladılar. Göstermek istedikleri kısımları aydınlatıyorlar, diğer yerleri de gölgeler içinde bırakıyorlardı. Bu tarzda çalışan ressamlar lümünistik sanat (ışık-gölge) grubunda yer aldılar.
Barok sanatı:
Rönesansın dış yüze ait kompozisyonları, ışık-gölge oyunlarıyla hareketlenen renk kütlelerine yerini bırakır. Mekanda göz derinlere çekilir. İspanya’da El Greco (1541-1614) mistik havada dini resimleriyle; Velazquez (1599-1660) portreleri ve tarihi resimlerine ışık katarak hareketlendirdiği mekanlarıyla barok ustasıdırlar. Ruisdael, Hobbema gibi Hollandalı ressamlar, Rembrant gibi, manzara resmine duygulu bir üslup kazandırmışlardır.
Romantizm (duygusallık):
Romantizm resimanlayışı, konuları daha çok duygusal yönden ele aldı. Genellikle peyzaj ve toplum yaşayışını ele alan bu grubun ressamları tabiat ve insanları belirtmeğe çalışmışlardır. Delaecoix, Corot, Goya başlıca ressamlardır.
Realizm (Gerçekçilik):
Bu akımdan önce konular, saray ve saray yaşantıları, portreler ve en güzel manzaralar dikkatle seçilip işlenirdi. Tabiatı olduğundan daha güzel ve yüksek göstermek gelenek halini almıştı. Millet, Courbet, Davmier halkın yaşayışlarını konu alıp, hayatı ve tabiatı olduğu gibi yansıtmışlardır. Realizme göre; gerçek, güzel olan şeydir.
Empresyonizm (İzlenimcilik):
Yeniliklerin hareket noktası sayılır. Empresyonistler tabiattan aldıkları konuları resimliyorlardı. Açık havaya, kırlara çıkan ressamlar, her an değişen ışık ve gölgeleri, tabiatın canlılığını küçük fırça vuruşlarıyla, renk halinde geçiriyorlardı. Mesela ağaçların yeşil rengi öğle üzeri daha parlak, daha canlı görüldüğü halde akşama doğru koyu renkte ve donuk görünür.
Bu akımın sanatçıları açık havada çalışmaya önem vermişlerdir. Çünkü aradıkları canlı ve temiz renkleri gün ışığının parlaklığında bulmuşlar, koyu ve karanlık renklere resimlerinde yer vermemişlerdir. Renk, ya olduğu gibi veya değerini düşürmeyen başka renkle karıştırılmıştır. Işıklar sarı, turuncu, kırmızı tonlarında aranmış, gölgelerde bunların zıtları olan mavi, mor, yeşille boyanmıştır. Böylece renkleri kirletmeden eşyanın hacim etkisi sağlanmaya çalışılmıştır. Konular da değişiyor, artık her türlü tabiat parçası bir konu olabiliyordu. Saf renklerin önem kazanması ile resim gene dış yüzün işlenmesine dönüyordu.
Empresyonizmin ileri gelen temsilcileri; E. Manet, Ey. Degas, P. Renoir, C. Monet, P. Ceazanne ise daha objektif, daha sağlam şekiller vererek ekspresyonizme doğru adım atmış, daha geniş renk satıhlarına dönmüştür. P. Gauguin ile V. van Gogh, bu yolda ilerleyerek eserlerine ekspresyonizme yaklaşan sembolik manalar kazandırdılar. 1874’te Paris’te empresyonist ressamlar birleşerek ortak bir sergi açtılar. Monet’in "Güneş Doğarken İzlenim" adlı tablosu alay konusu oldu. Bu olaydan sonra izlenimcilik adını aldılar.
Ekspresyonistler (Anlatımcılık):
1901 yıllarında izlenimcilere tepki olarak doğdu. Bu akımda kişinin ruhi yaşayışı önem kazandı. Tabiat ikinci planda kalır. Bu akımın sanatçıları kendilerini boğan, ezen ızdırapları, haksızlıklara karşı olan isyanları yeni bir renk ve biçim görüşüyle anlatmak istemişlerdir. İnsan vücutlarını çirkin, yüzlerini korkunç yapıyorlardı. Çizgileri kaprisli, kullandıkları renkler ise cesaretlidir. İlk ustaları Van Gogh ve Munch; sonra Kırchner, Nolde, Rouault, Modigliani’dir.
Kübizm:
Kübist sanatçılar hayalin eseri olan bir düzen koymuştur. Saf geometriye dayanan kübizm, plastik küplerle düzenini kuruyorlardı. Kübizm de başlangıçta diğer sanat akımları gibi anlaşılmamış, alaya alınmıştır. Hemen hemen her akımla ilgilenen Picasso kübizmin de kurucularındandır. Birinci Dünya Savaşından önceki yıllarda Paris’te gelişmiştir. Braque, Gris, Liger bu akımın sanatçılarındandır.
Puvantilizm (Noktacılık):
Neo-empresyonizm (Yeni İzlenimcilik) diye de sanat tarihine geçmiş olan bu akım, Empresyonist görüşlerin etkisinde kalmış, bir bakıma onun devamı sayılır. Puvantalistler, bilimsel metotlarla renk karışımını uygulamışlardır. Gaye göz yolu ile renk karışımları sağlamaktır. Sanatçılar renkleri paletlerinde karıştırarak tuvale sürmüyorlar, onun yerine karışımın yapacağı renkleri yanyana küçük noktalar halinde koyarak bu etkiyi sağlıyorlardı. Mesela sarı ve mavi rengi, küçük noktalar veya kareler halinde yan yana sürüldüğünde uzaktan yeşil gözükür. Gözün bu aldanışı renklerde titreşim yapar, hoş bir görünüm de sağlar. Seurat ve Signac bu akımın başlıca sanatçılarıdır. fütürizm (Dinamizm-Hareket): 1909 yılında İtalya’da önce şiirde sonra da resimde çıkan, geçmiş ve geleneksel görüşleri reddeden bir akımdır.
Fütürizmde yapılmak istenen şey, evrendeki hareketin bir anını tespit etmek değil, hareketin kendini duyurmaktır. Bu akıma göre her şey hareket halindedir ve değişmektedir. Bunlar daha çok fırtınalı denizler, son hızla giden otomobiller gibi hareketli konuları seçmişlerdir. Bellibaşlı sanatçıları Boccioni, Severini, Balla’dır.
Fovizm (Yırtıcılık):
H. Matisse 1905 yılındaki bazı ressamlarla birlikte eserlerini sergiledi. Bu resimlerdeki renkler hemen hemen hiç karışmamışlardı. Biçimlerde de derinlik yoktu. Ressamlar hiç bir kural tanımadan kendilerini duygularına vermişlerdi.
Bir eleştirici sergiyi gezerken, eserlerin arasında klasik İtalyan üslubunda küçük bir heykeli görünce "Vahşiler arasında bir Donetello" demişti. "Bir tabloya bakarken onun neyi göstermek istediğini unutmak gerek." görüşü hakimdir. Böylece Fovistler olarak tanındılar. Matisse, Dufy, Vilamincle, Derain gibi sanatçılar bu akımdandır.
Dadaizm:
edebiyat ve sanatta bir akımdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında 1916’da başlamış, Almanya ve Amerika’da ortaya çıkmıştır. Dadaizm, eski toplum hayatını, sanat ve kültürü topyekün yıkmayı hedef tutan bir akımdır. En ilgi çeken yönü sanata karşı çıkan bir akım olmasıydı. Temsilcileri Duchamp, Picabia, Arsenberg’dir.
Sürrealizm (Gerçeküstücülük):
Sürrealist ressamlar tabiatın mantıki görünüşünü değil, insanın şuur altında ve rüyalarındaki alemi göstermek istemişlerdir. Klee, Miro ve Salvador Dali bu dalda tanınmış isimlerdir.
Soyut (Müşahhas) resim:
Abstre veya Nonfigüratif diye de adlandırılan ve tabiat gürültülerine bağlı olmayan bir akımdır. Biçim ve renklere serbestlik tanıması sebebiyle heykeltraşlık, süsleme, dekor, kostüm, günlük eşyaların biçim ve renkleri bile soyut sanatın etkisi altında kaldı. Bu akımın gayesi çizgi ve renkleri düzenli bir biçimde yüzey üzerine yerleştirerek duygusal kompozisyonlar elde etmektir. Kandinsky ve Mondrian bu akımın temsilcileridir.
Çağdaş resim alanlarının doğmasına etki eden faktörler:Gerçekleri arama tutkusunun uyanması; endüstrinin gelişmesiyle deney ve metodların önem kazanması; sosyoloji, psikoloji ve psikiyatri gibi ilimlerin ortaya çıkmasıdır.

Türklerde Resim

Üç dönemde incelenir: 1) İslamiyetten önce, 2) İslamiyet çağı, 3) Batı etkisinde Türk resmi.
İslamiyetten önce: Türklerin resim tarihi Ortaasya’da yaşadıkları devirlere kadar gider. Çadır medeniyetine sahip Türk boylarından, günümüze fazla eser kalmamıştır. Halı, kilim, kumaş ve derilerdeki işlemelerle, kullanılan eşya ve silahların yüzeylerindeki motifler bu alandaki kabiliyetlerini gösterir.
İslamiyetten sonra: Türkler, İslam dininin kabul edilmesinden sonra, heykel ve canlı resmin haram olması sebebiyle süsleme ve güzel yazı yazma yoluyla kıymetli eserler vermişlerdir.
Selçuklular devrinde, süsleme sanatı, mimari yapılara girmiş, taş üzerine kabartma olarak yapılan bu çalışmalar insan, hayvan ve bitki motifleri süs unsuru olarak kullanılmıştır.
Minyatür resimler, konularını devlet adamlarının savaş, tören, av ve diğer yaşayışlarından alır. Perspektif kurallarına uyulmaz. Işık ve gölgeye yer verilmez. Şekiller kendi rengine uygun olarak düz boyanır. Figürler kişilerin önemine göre büyük veya küçük yapılır. Süs motifleri de en ince ayrıntılarına kadar gösterilir. Minyatür resimde suluboya ve guvaş tekniği kullanılır. Osmanlılar zamanında minyatür alanında gerçek bir gelişme görülür. Bu işi yapanlara nakkaş denilirdi. On sekizinci yüzyılda yaşamış olan Levni, minyatür alanında en güzel eserlerini vermiştir.

Batı Etkisinde Türk Resmi

On beşinci yüzyılda, Gentile Bellini adındaki İtalyan ressamının İstanbul’a gelip, Fatih Sultan Mehmed Hanın portresini yaptığına dair söylentiler varsa da bu hiçbir tarihi kaynağa dayanmamaktadır. On sekizinci yüzyıl başlarında Üçüncü Ahmed Han zamanında Avrupa’dan İstanbul’a gelen ressamlar çalışmalar yapmışlar ve resimlerini Dolmabahçe Sarayında sergilemişlerdir.
İnsan, hayvan resmi ve heykelcilik alanında hiçbir çalışmanın yapılmadığı Osmanlı Devletinde hat, nakış, oyma, kakma, tezhip, tezyinat kollarında birbirinden güzel eserler verilmiştir. Sanatın, bütün inceliklerinin ortaya konduğu bu eserler günümüzde hayranlıkla seyredilmektedir.
Minyatürde ele alınan konuların yanı sıra, Batılı manada tuval resmi, tanzimattan sonra, askeri okullara resim dersinin konmasıyla başladı. Önceleri peyzaj, natürmort türde resimler yapılırken, sonradan figüre yer verildi. Şeker Ahmed Paşa, bu dönemin ilk ressamlarından olup Türkiye’deki ilk resim sergisini açmıştır. Sanayi-i nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu)nin kurucusu (1883) Osman Hamdi Bey (1842-1913) ise, aynı zamanda, Eski Eserler Müzesinin kurucusu olup, ilk defa müzecilik fikrini getirmiştir.
"1914 Nesli, Çallı Nesli" diye tanınan, genç Türkiye Cumhuriyetinin resim sanatı kurucuları olarak bilinen İzlenimci ressamlar arasında İbrahim Çallı, Avni Lifij, hikmet Onat, Nazmi Ziya Güran, Feyhaman Duran, Namık İsmail, Sami Yetik, Ali Sami Boyar, Şevket Dağ sayılabilir.
1933’te Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Cemal Tollu, Elif Naci gibi ressamlar, "D Grubu"nu kurdular, soyut akımı ve diğer eğilimleri Türkiye’ye soktular. Halen, günümüz Türkiye’sinde soyut (müşahhas) ve figüratif bütün Batılı ürünler sergilenmektedir.

Resim Tekniği

Resim yapılış tarzına ve tekniğine göre başlıca iki çeşite ayrılır: İlki desen denilen ve sadece çizgilerle ifade edilen kara kalem resim; ikincisi boya resim, yani boyalarla ifadesini bulan resimdir. Desen, kara kalem dediğimiz çizgi resimler de iki çeşittir: Gölgeli ve gölgesiz desenler.
Desende olduğu gibi çizgi veya gölge tekniğiyle resimler yapılsa bile, resim esas anlatım gücünü renklerle kazanır. Reklam maksadıyla yapılan afiş ve grafik çalışmaları buna örnektir. Boya resminde kullanılan malzemelerin başlıcaları; "mumlu boya, sulu boya, yağlı boya, guvaş, pastel, ekolin ve tempera"dır.
Gravür; resimleri bir tahtaya veya maden levhaya kazıyarak yaptıktan sonra kağıt üzerine, kumaş üzerine basma tekniğidir. Çinko ve taş baskı gravürleri meşhurdur. Günümüz endüstrisinde en çok serigrafi baskı (üzerine gerilen ipek şablon yardımıyla yapılan baskı) çok kullanılmaktadır.
Resimde bir de fresk tekniği vardır. Resim taze ve ıslak bir kireç tabakası üstüne yapılır. Islak zemine sürülen toz boyalar, kireçle karışarak ayrılmaz bir bütün meydana getirir. Uzun süre dayanan duvar resimleri ortaya çıkar. Resim Türleri
Konularına göre resim türlerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Portre: Bir kimsenin tasviri, baş kısmı;
b) Figür: İnsan tasviri, insan ve hayvanı konu alan resim. İnsanda bütün vücut gösterilir;
c) Figüratif: Dış gerçeğin aynen tasviri. Soyut (müşahhas), abstre, nonfigüratif resmin zıttıdır.
d) Natürmort: Cansız nesnelerin (meyve, çiçek, alet vs.) resmi;
e) Enteriyör: Bina içi, ev içi resmi;
f) Peyzaj: Manzara resmi; konusu kır, tabiat olan resim;
g) Janr (genre): Günlük hayatı anlatan resim;
h) Şematik resim;
i) Reklam resimler;
k) Teknik resim;
l) Dekoratif resim;
m) Soyut resim;
n) Baskı resim.


Kaynak: http://resim.nedir.com/#ixzz2xw0YLel
G
Bale, belli figürlere, adım atışlara dayalı dans ve müzikli gösteri türüdür.
Bale dansı, mimik, müzik, duygu ve dekor sanatlarının ileri standartda birleştirilerek kullanan bir tiyatro gösterisi olarak tanımlanabilir. Asıl eleman olarak kullanılan dans aslında İtalyanca "dans" anlamına gelen "ballo" ya da "balletto" sözcüğünden türetilmiştir.
Bale uzun yıllar süren bir eğitimle öğrenilir, çoğunlukla müzikli yapılır. Erkek dansçılara "balet - yalnız bu deyim sadece Türkiye'de kullanılmaktadır. Dünyanın diğer ülkelerinde erkek sanatçılara bale dansçısı denir - ", kadın dansçılara "balerin" denir. Balede tayt, mayo ve "tutu" denilen özel etek ve bunun gibi giysiler kullanılır. Bale terminolojisinde ayakların tam parmak ucunda durmasını sağlayan ayakkabıya "point" ya da "puant" denir. Bale yapılmadan önce esneme hareketleri mutlaka yapılmalıdır; yoksa ısınılmadan hareketler yapıldığı için kaslar yırtılabilir ya da vücudun biryerini incitebilir.

Tarihçesi[değiştir | kaynağı değiştir]

Bale ilk olarak İtalya'da rönesans döneminden görülmektedir. Mim sanatçılarının ortaçağ ve rönesans tiyatro gösterilerinde ve geleneksel halk gösterilerindeki dans adımları bugünkü balenin temellerini oluşturur. O zamanlarda koreografik bir düzeni olmayan bale Dominic de Piacenza ve Antonio Cornazzo'nun ilk koreografik kompozisyon denemeleri ve adımlara isim vermeleriyle gelişmiş bu noktada Fransızlar çok etkilenmiş ve bunun sonucunda bugünkü balenin ilk tohumları 1581'de Catherine de Medici'nin "Beaujoyeux" adlı Le Ballet Comique de la Reine tarafından sahnelenen gösterisiyle atılmıştır.
Fransa'da IV. Henry tarafından desteklenen bale tüm Avrupa'ya, oradan da 16. ve 17. yüzyılın sonlarında da Danimarka ve İsveç'e kadar yayılmıştır. Balenin altın çağı kendisi de iyi bir dansçı olan XIV. Louis döneminde başlamıştır. Bu döneme kadar halk tarafından dans edilirken bir kez profesyonel dansçılar kostüm maske ve peruklar kullanarak dans etmeye başlamışlardır. 18. yüzyılda bale tamamen kendini opera sanatından soyutlayarak özgür bir sanat formuna kavuşmuştur. Bunun da tohumları George Noverre trafından atılmış ve bugün sahnede gördüğümüz bale sanatı onun koyduğu kurallar üzerine kurulmuştur.
18. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'ya ulaşan bale St.Petersburg'da Petipa ve Saint-Leon ile hayat bularak gelişmiş ve bugün hala sahnelenen Uyuyan Güzel BalesiFındıkkıran Balesi ve Kuğu Gölü Balesi gibi tanınmış eserler buradan tüm dünyaya yayılmıştır.

Dans Nedir, Dans Hakkında Bilgi

dans Dans Nedir, Dans Hakkında BilgiDans: Bir müzik eşliğinde, vücut hareketleriyle duyguları ifade etmeye imkân veren sanat.
Dans, el-kol hareketlerinden ve adımlardan oluşan ahenkli hareketler dizisidir. Tek başına veya birkaç kişiyle, açıkhavada veya sahnede; şarkı söyleyerek veya el çırparak, yahut çalgı çalarak; yani tempo veya müzik eşliğinde oynanabilir. Dans her türlü uygarlıktan önce doğmuştur: insanlar duygularını sözle anlatmadan önce dans etmişlerdir.
Ludwig van Beethoven (d. 16 Aralık 1770 - ö. 26 Mart 1827), Alman klasik müzik bestecisi.
Ludwig van Beethoven Bonn’da 8 oğlu olan, fakat bunların hepsinin de kendisi gibi engelli olduğu bir ailenin çocuğudur. İlk müzik öğretmeni babasıdır. Alkolik bir müzisyen olan babasının Beethoven’a piyano eğitiminde çok sert ve acımasız davrandığı bilinir. Mutsuz bir çocukluk geçiren Beethoven, küçük yaşlarda ailesinin geçimine katkıda bulunmak için kilisede piyano çalarak çalışmaya başlamıştır.
1787 yılında Mozart'la çalışmak umuduyla Viyana'ya gitti. Mozart ile bir süre çalışma fırsatı bulsa da annesinin hastalığı nedeniyle Bonn'a döndü. 1792'de Viyana'ya geri döndüğünde Mozart'ın ölmüş olduğunu öğrendi.
1792 yılında Viyana’ya giden Beethoven klasik müziğin ünlü bestecisi Joseph Haydn’ın yanında çalışmaya başladı. Joseph Haydn kısa sürede Beethoven’ın üstün yeteneğini fark etti ve her konuda ona destek oldu. Beethoven, başlarda besteci olarak değil piyanist olarak adını duyurdu. Daha sonra yaptığı bestelerle klasik müziğin 19. yüzyılın sonuna kadar yaşayan tüm müzisyenlerini etkiledi.
Beethoven’ın dokuz senfonisi, beş piyano konçertosu, bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunmaktadır. Sadece bir opera, Fidelio, bestelemiştir. İlk senfonisini 1800 yılında yapmıştır. 3. senfonisini, Eroica olarak da bilinir, Napolyon’a Avrupa’ya demokrasi getirdiği için adamıştır. Ancak daha sonra Napolyon kendini İmparator ilan ettiğinde bu adamayı geri almıştır. 9. senfoni ise en çok bilinen ve bugün Avrupa Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir.
Beethoven çok titiz çalışan bir müzisyendi. Müziği, ifade gücü ve teknik olarak çok üst seviyedeydi. Beethoven, Haydn ve Mozart’tan devraldığı prensipleri geliştirdi, daha uzun besteler yazdı ve daha tutkulu, dramatik eserler oluşturdu. Özellikle Op. 109 piyano sonatıyla Klasik müziğin Romantik Dönemini başlatmıştır.
Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiştir. 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiştir.
1827 yılında 56 yaşındayken dünyaca tanınan bir besteci olarak siroz hastalığı nedeniyle vefat etmiştir ve cenazesine otuz bine yakın insan katılmıştır.